Youtube’a 200 000 TL Bütçe Ayırdım

Üzerine hiç ama hiç düşünmediğimiz fakat hayatta kalmak için hergün yaptığımız bir şey var. Üstelik bunu yaparken nasıl yapılır diye de bir yere bakmıyoruz. Otomatik olarak yapıyoruz. Nefes alıp vermekten bahsediyorum. Evet hergün milyarlarca insan – bazı hastalık belirtileri gösterenler hariç – otomatik olarak nefes alıp veriyoruz. Düşünmüyoruz.

Nefes alıp vermek neden önemli? Çünkü yaşamsal organlarımızın görevini yerine getirmesi için oksijene ihtiyaç var ve nefes alıp vermek bu oksijeni almamızı sağlıyor.

Girişimlerin yani şirketlerin de oksijen kadar hayati öneme sahip bir şeye ihtiyacı var. Paraya. Buna nakit akışı diyelim. Nakit akışını doğru yönetemeyen şirket ya belirli bir faiz oranı ile borç/kredi alır ya da şirket hisselerinin bir kısmını satması gerekebilir. Tabi nakit akışı kötü olan bir işletmenin hisselerini kim almak ister o da ayrı bir soru.

Şirket yönetme işi finansal açıdan bir bütçe ile yapılır ve bu bütçenin belirli dönemlerde kontrol edilerek güncellenmesi gerekir. Aslında sadece şirketlerin değil, hükümetlerin, vakıf ve derneklerin şirket altında yer alan departmanların, onların yürüttükleri projelerin de bütçeleri vardır. Yıl boyunca yapmak istediklerini bu bütçeler dahilinde yapmaya çalışırlar. Mesela benim bu Youtube kanalım belirli bir bütçe ayrılarak hayata geçmiş bir proje. Gelin isterseniz bu Youtube kanalı bütçemi tekrar beraber hazırlayalım böylece bir bütçe temel anlamda nasıl hazırlanır beraber görelim.

Bunun için bir Microsoft Excel ya da Google Drive altında hizmet veren Google Sheet ürününü kullanabilirsiniz. Ben şimdilik Microsoft Excel üzerinde çalışacağım. Bu hazırladığım bütçe mutlak bir bütçe değil. İnternette çok farklı şablonlar da mevcut. Dilerseniz bunları indirip üzerinde değişiklikler yaparak da kullanabilirsiniz.

Önceden yaptığım çalışmada Youtube kanalım için 200.000 TL kadar bir bütçe ayırmam gerektiği ortaya çıktı. Bu tutara nasıl ulaştığımı gelin isterseniz beraber görelim.

Öncelikle 24 aylık bir hedef bütçe olduğunu hatırlatalım. Excel dosyası üzerinde 24 ayı gösterelim.

Ocak, Şubat, Mart…

Şimdide sol tarafa, ilk sütuna bu harcamaların ne olduğunu yazalım.

Mesela İnternetle başlayalım. Çektiğimiz videoları yüklemek için iyi bir internete ihtiyacımız var değil mi? O zaman buraya aylık 150 TL internet giderlerimizi yazalım.

Öncelikle Youtube kanalımda kullanacağım yazılımları yazalım. Ben yazılımların ücretlerinin ödenerek alınması gerektiğine inanan biriyim. Özellikle Adobe’nin Türkiye Distribütöründe çalıştığım dönemde işletme ve kişilerin lisanslı ürün kullanması için BSA ile ortak çalışmalar yapardık. Bu çok önemli, binlerce kişinin çalışarak çıkardığı bir üründen herkesin hakkını alması kadar doğru bir şey olamaz.

Şuanda Adobe Creative Cloud’un fiyatı aylık $53, Türk Lirası karşılığı 300 TL. Adobe Creative Cloud altında Photoshop, Premiere Pro, Audition gibi yazılımları yoğun olarak kullanacağım. Ayrıca diğer yazılımları da ihtiyaç duydukça kullanacağım.

O yüzden buraya Adobe CC olarak aylık 300 TL yazıyor ve 24 ay boyunca bunu ödemeyi düşünüyorum. Dolardan kaynaklı artışları bütçenizi dönem dönem güncellerken revize edebilirsiniz.

Ayrıca bilgisayarımın masaüstünü kayıt etmek için Techsmith’in Camtasia ürününü satın aldım. Bu ütünün fiyatı iki yıllık güncelleme dahil $300. Türk lirası kaşılığı 1716 TL. Buraya bunu bir kez yazıyorum. Her ay değil çünkü bir kez ödenen bir ücret. Belki iki yıl sonra gelecek güncellemede çok işe yarar bir şey olursa o zaman tekrar güncelleme satın alınabilir.

Ayrıca almayı planladığım bazı kamera ve bu kameralar için gerekli aksesuarlara toplam 80.000 TL civarında. Bunu da bir seferde değil, belirli dönemlerde yapacağım için onu da farklı aylara yazalım.

Bunun dışında yaklaşık $4500 değerinde bir MacBook Pro alacağım. Bunun sebebi video editleme işlerinde verimli bir çalışmayı tercih etmem. Bunu da excele ekleyelim. Yaklaşık 26.000 TL.

Ayrıca Youtube kanalı projem kapsamında bir web sitesi yaratacağım ki burada konusuna hakim, bulunduğu alanı iyi bilen insanları biraraya getirip girişimci olmak isteyen kişilere ve ayrıca işlerini büyütmek isteyen girişimcilere hepimiz yardımcı olacak. İlerleyen zamanlarda bunu duyuracağım. Sanırım bunun aylık gideri bana 500 TL kadar olur. Farklı olursa daha sonra güncelleriz.

Bütçede önemli bir yer tutan kısım ise özel programlar. Faruk Erdoğan Youtube Kanalı içinde bazı programlar hazırlamak istiyorum. Bu programlar tematik olacağı için bazı masrafları olacak. Bunların ne olduğunu şuan açıklayamıyorum ama zamanı gelince yine buradan sizlerle paylaşacağım. Programlar için de aylık 1500 TL yazabilirim.

Bütçeye eklemek istediğim bir diğer gider de seyahatler. Geçen ay İstanbul’dan Antalya’ya taşındım. Bu yüzden sık sık yine İstanbul ziyaretlerim olacak. Onun dışında bazı video çekimleri için yurtdışı gezilerim var. Onlar için de bütçe de yer ayırmam gerekiyor. Onlar için de genel olarak aylık 750 TL eklesem sanırım uygun olur. Belki her ay seyahat etmem ama etmediğim ayları bir sonraki aya aktarabilirim.

Bu yapılacak harcamaların tamamı Youtube için harcanacak ama sadece Faruk Erdoğan kanalı için değil. Planladığım bir de İngilizce kanal söz konusu. Bu harcamaları o kanalı da göz önünde bulundurarak hazırlıyorum.

Aylık 700 TL gibi İletişim giderlerimizi de buna eklersek, ortaya böyle bir bütçe çıkıyor. Bunların ne olduğunu zamanla sizinle paylaşacağım.

Burada gördüğünüz bütçede şuanda gelirler kalemi bulunmuyor. Zaten kanalların bir gelirleri de yok. Youtube’un gelir ortaklığı modelinin de çok yüksek ücretler ödemediğini biliyorum. İlerleyen zamanlarda gelirle ilgili bir gelişme olursa elbette sizi bilgilendireceğim.

İşte en basit şekli ile bir bütçe böyle hazırlanıyor. En azından size aylık ne kadar gerekiyor, ya da yapmak istedikleriniz için ne kadar elinizde para var bunu görmenizi sağlayan şey bu bütçe olacak.

Peki neden Youtube’a 200.000 TL bütçe ayırıyorum? Aslında soru basit. Bu işi ciddiye alıyorum ve yatırım yapılması gerekli diye düşünüyorum. Bir hobi ile bir iş arasında ince bir çizgi olabilir ama benim en büyük şansım girişimciliği her zaman hobim olarak görmemdir. Sohbetlerim, okuduğum makaleler her zaman girişimcilik, iş dünyası üzerinedir.

Bu yüzden Youtube üzerinde kayif alarak öğrendiğim konuları sizinle paylaşırken bir yandan da Youtube’a bağlı iş modelleri geliştirmeye çalışıyorum.

Öncelikli hedefim, benimle girişimcilik dünyası üzerine aynı zevkleri paylaşan 10.000 arkadaşıma ulaşabilmek. Onlarla etkileşimi yüksek, beraber paylaştığımız keyifli bir kanal kurmak istiyorum.

Şuan anda, Datça’nın Palamutbükü beldesindeyim. Ailemle beraber burada tatil yapıyorum, o yüzden bu videoyu ekran kaydı olarak sizlerle paylaşıyorum.

Video hakkında aklınıza takılan bir şey olursa yorumlarda görüşürüz. Lütfen videoyu beğenmeyi ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Hoşçakalın.

Girişimin sahip olmasi gereken en önemli yetenek

Uzun zamandır çevremde girişimci olmak isteyen arkadaşlarıma yardımcı oluyorum. Elbette tecrübelerimden dolayı arkadaşlarım bana danışma gereği duyuyor. Hiçbir zaman da yardım etmem demedim. Her zaman elimden geldiğimce bildiğim, tecrüblerim ölçütünde destek olmaya çalıştım.

Bugün uzun zamandır bu destek olma, tecrübeleri paylaşma ve daha çok kişiye ulaşarak karşılıklı öğrenme serüvenini farklı bir boyuta taşıdım. Youtube’da bir kanal açtım ve çektiğim ilk videoyu yükledim. Videoyu aşağıda bulabilirsiniz. İlk video olmasından ötürü aksaklıklar olabilir, zaman içinde video kalitesini arttıracağımdan emin olabilirsiniz.

Youtube’da sürekli olmayı düşünüyorum. İlk hedefim hiç aksatmadan Youtube’a her hafta en az bir video yüklemek. Girişimciye Notlar serisini her hafta salı günü paylaşmayı düşünüyorum. Burada girişimcilik serüvenimde gerek yatırımcılarla olan görüşmelerimden, gerek yatırım aldıktan sonraki süreçlerde yaşadığım, edindiğim tecrübeleri aktarmaya çalışacağım.

Sizin de önerileriniz olursa videonun altındaki yorumlar kısmına yazabilirsiniz. Orada görüşmek üzere.

eLearning Hızlı Geliyor Mu?

İlk Kurduğum Online Eğitim Şirketi – Girişim Fabrikası, Altunizade, İstanbul

2002’de üniversitede tanıştığım eÖğrenme (eLearning) hayatımın büyük kısmında profesyonel işten geçim kaynağım oldu. İlk stajım, ilk profesyonel işim eLearning sektöründeydi. Bu sektörün çok muhafazakar bir sektör olduğunu söylemem gerekli. eTicaret çok hızlı gelişim sergilerken eLearning o kadar hızlı gelişmedi. Sıkıcı eLearning içeriklerini kullanıcılar almak zorundaydı çünkü bu eğitimlere karar verenler 3-5 kişiden ibaretti. Onların dünya görüşleri bu eğitimleri alan binlerce kişi tarafından kabul görmek zorundaydı. Değişim süreci ayrı bir yazı konusu ama son zamanlarda gördüklerim eLearning sektörünün önümüzdeki dönemde çok daha hızlı gelişeceğinin sinyallerini veriyor.

Öncelikle bu yazıyı iki eLearning şirketi kurmuş ve yönetmiş biri olarak yazdığımı bilmenizi isterim. Gerek kurumsal eğitim gerekse de K12 düzeyinde çok sayıda müşteri ile görüştüm, onlarla nelere ihtiyaç duydukları konusunda bilgiler aldım ve anladım ki kimse ortak bir online eğitim yaklaşımına sahip değil. Olmaması bir anlamda iyi aslında ama bu seferde işi standart hale getirememek gibi bir sorun çıkıyor karşımıza. Oysa bugün yüz binlerce lira verdiğimiz araçları bile kendimize özel olarak kişiselleştirebiliyorken online eğitimleri kendi istediğimize sadece renk, kadın erkek sesi gibi değişkenlerle özelleştirmek eğitim alan kişi tarafından sıkıcı karşılanıyor.

Peki ülkemizde neler değişiyor? Öncelikle farkındalık artıyor. Yeni kuşak, gençlerimiz, teknolojiye, internet üzerinden eğitim almaya çok daha yatkın. Şirketler hala statükocu yapılarını koruya dursun alttan bir dip dalgası geliyor. Kişibaşı düşen milli gelir artıyor. Her ne kadar beğenmesek de, geçmişle kıyasladığımızda tatmin edici olmasada bir düzelme var. İnsanlar kişi başı geliri arttıkça daha çok dışarıda yemek yeme eğilimindedir, söküklerini artık kendileri dikmez, paraları ile yeni bir pantolon ya da gömlek satın alır. Bu durum online eğitimlerde de görülüyor. Bireysel tarafta insanlar online eğitimleri almak için belli bir miktar para harcamaya razı. Eskiden bu durum böyle değildi. Çok büyük emekler verdiğimiz bir online eğitimi insanlar çok pahalı diyerek – halbuki giydiği kot pantolondan daha pahalı değil – almayabiliyordu. Ancak şimdi böyle değil.

Yazının başında sorduğum soruya geri dönersek. eLearning hızlı gelmiyor, o belirli bir oranda gelişimini sürdürürken asıl gelen yeni nesil değişimi mecbur kılacak gibi görünüyor. Onlar bu eğitimleri tüketmeye çok daha istekli, çok daha talepkar.

Belki de odağına teknolojiyi alan yeni bir eğitim şirketi kurmak için şimdi yine doğru zaman olabilir. Bu alanda yeni başlangıç yapmak isteyenler benimle iletişime geçebilir.

Saygılarımla,

Faruk Erdoğan

Dijital Okur Yazarlık

Önce bilgisayar daha sonra internetle tanismam oldukça eski. Bir arkadasimla beraber okuldan çikmis eve dogru gidiyordum. Mahallemizde bulunan girisimci bir abimiz bilgisayar satiyordu. O zamanlar Escort diye anilan bir marka oldukça yaygindi. Bizi  dükkanına davet etti ve bilgisayarla tanistirdi. Matematik dersini bilgisayardan ögreten bir programla bize bilgisayari anlatti. Tabi simdi o abinin bizim matematik dersimize yardim etmek için bilgisayarla tanistirmadigini biliyorum. Bize aslinda bilgisayar satmaya çalisiyordu. Istedigi gibi de oldu. Ailelerimizi ikna edip, arkadasim ve ben evimize birer bilgisayar aldirdik. Bazi temel ders programlari ile beraber basic programlama dilini o bilgisayarimda ögrenmistim.

Internetle tanismam da oldukça eskiydi. Bir yerden sonra sade bir bilgisayara sahip olmak sürekli ögrenmek isteyen bir çocuk için yeterli degildi. O zamanlar yaygin olarak Adana’da hizmet veren FutureNet’ten bir internet baglantisi almistim. Artik evimizdeki telefon hatti sürekli mesgul çalıyordu çünkü internete girmek için evin telefon hattini kullanmaliydim. Zaman geçti, ailem bilgisayarda oyun oynadigimi düsünüyor bense internet üzerinde ögrenebildigim ne varsa ögrenmeye çalisiyordum. O zaman interneti kullanarak ulasilabilecek bilgi de sinirli sayidaydi. Fazla bir websitesi yoktu. ICQ, mIRC en yaygin kullanilan internet araçlariydi. Simdi simdi aslinda erken yasta bu teknolojilerle tanismanin hayatimda ne kadar önemli rol oynadigini anladim.

Bilgisayari ve interneti erken yasta ögrenmis olmak akranlarimdan beni ayiriyordu. Okulda bilgisayari olan ve internete baglanan arkadaslarimla gruplasiyor, konustugumuz konularda genellikle yine bilgisayar ve internette yaptiklarimiz üzerine oluyordu. Suan 30’una gelmemis kisileri düsünüyorumda çogu internetin içine dogan bireyler. Hepsi yaslari ilerledikçe internet, cep telefonundan internete girmek onlar için hayatin bir parçasi gibi. Dogal bir sonuç. Ancak fark ettigim bir sey var. Hepsi kullanici konumunda internet için bir sey üreten yok gibi, tabi instagram ve facebook’tan yüklenen fotograflari, iletileri saymazsak.

Bugün Türkiye’de teknoloji üzerine is yapan çogu kisi benim kusagimdan. 40’tan küçük 30’dan büyük bu kusak internet üzerinde çalisan bir sistemin nasil çalistigini en iyi bilen grup. Dijital okur yazarliktan öte, dijital üzerinde bir seyin nasil var edilecegini bilen bir kusaktan bahsediyoruz. Bu kuşağın en önemli özelliği de interneti beslemeleri. Gerek yazdıkları yazılarla gerekse de yaptıkları internet siteleri ile kullanıcıdan çok insanların kullanmasına yönelik ürünler geliştiriyorlar.

Üniversite yıllarımda Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’ndan aldığım Medya Okur Yazarlığı Dersi’nde genellikle dijital okur yazarlık üzerine sahbetlerimiz oluyordu. Doğru kaynağa nasıl ulaşılacağı, medyada tarafların görüşlerini okurken nelere dikkat etmemiz gerekeceği gibi konulara bolca değinmiştik. Aslında medya okur yazarlığı dijital okur yazarlıktan farksız bir kavram. Bün internette yer alan hemen hemen her ortam bir medya aracı. Alışveriş yapmak için kullandığımız e-ticaret siteleri bile reklam alarak kullanıcılarının görüşlerini etkiliyor. Yani medyayı/dijitali doğru okumak gerekiyor.

 

Ürünü Kullananla Satın Alan Aynı Kişi Mi?

Kurucusu olduğum şirketlerden EğitimOnline’da yaşadığımız bir durum vardı. İnternet üzerinden canlı derslerle ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine eğitimler veriyorduk. Bu eğitimler sanal sınıflarda oluyor, öğrenciler ders esnasında takıldığı bir konuyu hemen öğretmenine sorabiliyordu. Bu anlamda eşsiz bir ürünle piyasada yer alıyorduk. Ancak satış sırasında fark ettiğimiz bir durum vardı. Eğitimi alan kişi öğrenci, yani sistemi yoğun olarak kullanan kişi öğrenci, parayı veren ise öğrencinin velisiydi. Yani ikna süreci iki kademeliydi.

Parayı vereni yani veliyi ürüne ikna edemiyorduk çünkü ürünü ne kadar anlatırsak anlatalım akılda yer etmiş olan bazı sistemlere kafaları gidiyor, “haa anladım Vitamin gibi” diyip ürünü başka bir ürünle eşleştirmeye çalışıyordu. Bu yüzden veli ve öğrenciyi örnek derslere sokmamız gerekiyordu. Çünkü ancak o şekilde ürünün farkını görüp anlayabiliyorlardı.

Öğrenci tarafı da sorun yaratabiliyordu. Çalışkan, sorumluluklarının farkında olan öğrencilerde sorun olmuyordu. Ürünü ailelerinden talep ediyorlardı ama ders çalışma konusunda problemler yaşayan öğrencilerde ürünü kullandırmak için derslerde eğlenceli anlar yaratıp dikkatlerini çekmeye çalışıyorduk. Çünkü öğrenci ben bunu istemiyorum dediğinde veli de para vermenin anlamlı olmayacağını düşünüyordu.

Sonra bir şey fark ettik. Toyota’nın “Toyata gibi baba” reklamında olduğu gibi, çocukların bir ürün aldırmadaki gücünü! Ürünün öğrenci için faydalarını, derslerine katacağı etkiyi ve takıldığı yerde hemen bir öğretmene danışabileceği çözümü ile öğrencileri ikna süreci daha da kolaylaştı. Öğrenci ikna olunca, velinin de para ödemesi daha kolay oluyordu. Yine de veliyi ikna etmek için de bazı çözümler üretiyorduk. Sonuç olarak, satış süreçlerinizde dikkat edilmesi gereken konulardan biri; satın almayı tektikleyici etken ne? Bunu iyi belirlemek gerekiyor.

Görsel Kaynak: 31.09.2017, https://cdn.pixabay.com/photo/2015/10/30/12/11/ mikado-1013878_960_720.jpg

Yeditepe Üniversitesi’nin 20. Yılı… ve Geleceğe Dair Notlarım

Geçen sene mezunu olduğum okulun 20. yılıdı. 20 yıl, böyle bir kurum için ne kadar küçük ancak kurulması gereken altyapı için ne kadar yeterli olduğunu gösteren bir zaman. Umuyorum 100 yıllar boyunca bu üniversite ayakta kalır ve vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmeye devam eder.

Mezunu olduğum üniversitem için gelecek 20 yılda yapılması gerekenleri kendimce sıraladım. Tarihe not düşmek adına blogumda da yer vermek istiyorum. Bu yazıyı geçen sene kaleme almıştım ancak yayınlamak şimdiye kısmetmiş. İleride okur, üniversiteme bakar ve güncel durumla kıyas yapmama olanak verir umarım.

Eğitim kurumundan süratle araştırma ar-ge kurumuna dönmeli.

Öğrencilere eğitim vermek elbette bir üniversitenin en önemli görevi. Bunun için odağını çocuğum üniversite okusunda iyi bir işe girsin, düzgün bir maaş alsın diyen ailelerden kızım, oğlum bilimi şekillendirecek, dünyaya, insanlığa kendi adıyla anılacak bir teori, büyük bir buluş getirecek diyen ailelere kaydırmalı. Aslında ne acıdır ki üniversite tercihlerinde ailelerin etkisi hala çok büyük. Bir birey olarak öğrenci kendi okulunu kendi kriterlerine göre seçmeli, seçebilmeli.

Bugün dünyanın en büyük ve köklü üniversitelerine bakıldığında “en büyük” gelir(sadece maddi anlamda değil) kalemleri buldukları buluşlar ve bunlar için aldığı patentler. Üniversite olarak patent alalım ama içi dolu olanlarından. Birkaç hafta PR değeri yaratan patentlerden ziyade üniversite olarak yıllarca fayda ve getiri elde edeceğimiz patentler alalım. Bunun için işi eğitimden ziyade bilim üretmek olan bir üniversiteye dönüşmemiz lazım. Sanırım bu konuda koltuğunun rahatında olan dekanlar haricinde birçok kişi benimle aynı fikirdedir.

Bunun için Akademik Personel kalitesini arttıralım.

Üniversite sentosuna öğrenci birliği başkanı olarak katıldığım dönemlerde Ahmet Hocamın (Ahmet Serpil, ruhu şad olsun) üzerine durmak istediği bir şey vardı. Dekanlara, bölüm başkanlarına bakıp bizim üniversitemizden mezun olmuş öğrencileri asistan, araştırma görevlisi olarak bu üniversiteye(Yeditepe’ye) almayın derdi. Bunun sebebi bizden mezun olan öğrencilerin iyi olmadıklarından değildi. Kendisi özellikle bizden mezun olan öğrencilerin başka üniversitelerde yüksek lisans yapmasını, bir süre araştırma görevlisi olarak çalışmasını belki yurtdışına gitmesini ve 3-4 yıl sonra kendi mezun oldukları üniversiteye dönmelerini, ondan sonra orada edindikleri tecrübe ve birikimleri ile Yeditepe’mize katkı yapmaları gerektiğini söylerdi. Bu o dönemde bazı dekanlar ve bölüm başkanları tarafından dinlenmez, çok iyi bir öğrenci bizde çalışsın diyerek bölüm başkanları kendi bölümlerine bizden yeni mezunları alırdı. Sonuçta dünyayı sadece bir açıdan gören akademisyenlerin içimizde artmasına neden olurlardı. 

Yukarıda bahsettiğim patent alma, araştırmacı üniversite olmanın ön koşullarından birinin kaliteli akademisyenden geçtiğini söylemiştim. Bunun için hak eden akademisyene gerekirse bölüm başkanından, dekandan daha fazla maaş verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun için özgün bir prim sistemi veya ödül sisteminin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Devletin uyguladığı, yaşa, kıdeme göre maaş skalasının, akademik dünyada yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Genç beyinlerin Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesinin ve orada araştırma yapmasının sebebi yaptığı işe saygı duyulması birinci nedense, paranın da hemen onu tekip eden bir diğer etken olduğunu göz ardı etmeyelim. Oradaki laboratuvar, sosyal imkan, bir akademisyenin 6 yıl kesintisiz çalıştıktan sonra 1 yıl maaş almaya devam ederek ders, yönetim vb işlerden uzak kalarak izin kullanma imkanlarını yazmıyorum bile. Bilime katkı yapında aktif olarak çalışmayın, biz sizi destekleriz diyebilmek büyük olmanın, araştırma üniversitesi olmanın önemli adımlarından biri. Yani akademisyeni haftalık kaç saat ders aldın, saat kaçta kart bastın gibisinden değerlendirme ancak eğitim veren üniversitede olacak bir şeydir.

Akademik literatüre ve dünyaya katkı sağlayan akademisyenlerimize(hatta diğer Türkiye’deki ve dünyadaki akademisyenlere) haklarını bir ödülle verelim. Adına da Bedrettin Dalan Bilim Ödülleri diyelim.

Asistan ve araştırma görevlerinin maaşlarını da İstanbul’un en yüksek ücret verilen asistan ve akademisyenleri yapalım ve karşılığını başarı olarak isteyelim.

Kısacası doğru bir performans yönetim sistemi geliştirelim.

Üniversitemizi Doğru Tanıtalım

Tanıtım işlerimizi sıfırdan kurgulamamız gerekiyor. Mevcutta duran tanıtım ofisini tamamen ortadan kaldırıp sıfırdan bir tanıtım anlayışı ile çalışacak her fakültenen temsilcisi olan bir birim kurmamız gerekiyor. Sosyal medyadan yazı ve resim “post” etmekten öte şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Okulları tek tek gezip kendimizi anlatmanın yanında üniversite ve köyümüze öğrenci, öğretmen, rehber öğretmenin getirip yedirip içirmenin de tanıtıma çok katkısı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir başka üniversite o getirdiğimiz rehber öğretmene daha iyi imkanlar sunduğunda Yeditepe Üniversitesi’nin adı rehber öğretmen tarafından kendi öğrencilerine okunmuyor bile. Zaten aklı başında öğrenci de kampüse bakıp, rehber öğretmeninin dediği üniversiteyi yazmıyor. Seçim kriterleri çok farklı bunları artık iyi analiz etmemiz lazım. Çağı yakalayan üniversite olmak için çağı yaratan öğrencilerin ne aradığını iyi analiz etmeliyiz. Bknz. Facebook, Snapchat ve diğerleri.

Yıl boyunca çok konuşulacak konferans serilerini hem uluslararası hem de ulusal çapta yapalım. Tanıtım için davet ettiğimiz göbeği yağ bağlamış öğretmenler yerine dünyada isim yapmış, bize katkı sağlayacak akademisyen ve bilim insanlarını üniversitemizde ağırlamak ve bunu bir kültür haline getirmenin daha etkili olacağını düşünüyorum. Etkinlik sayılarını yarıştırmak yerine nitelikli ve etki çapı büyük etkinlik yapmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Yeditepe’nin kampüsü belki harika, belki öğrencileri cezbeden bir tarafı var ama yenilikleri içine almak ve onları kendisine uyarlayıp kullanma konusunda her zaman geriden geliyor. Bu konuda çok muhafazakar ve tutucu bir yapımız olduğunu düşünüyorum.

Üniversitenin kapılarını tüm şirketlere, evet tüm şirketlere açalım. İçeri girmek için para veren değil ya da içerideki birilerinin çıkarlarını korumak için bazı şirketleri almamazlık yapmak yerine herkesin rahatlıkla girip iş yapabileceği bir ortam yaratalım. Yaratalım ki, üniversite iş dünyası işbirlikleri en alttan en üste kadar yayılsın. Bunun için de siyaset ve ülke durumuna bakış açımız, şirketlere yaklaşımımız tarafsız olmalı. (Bu son cümleden ayrı bir makale çıkar aslında.)

Öğrenci birliği seçim sistemini değiştirelim.

3 yıla yakın bir süre, Yeditepe’nin öğrenci birliği başkanı olarak arkadaşlarımla beraber görev yaptım. O dönemde öğrenci birliği başkanı seçim sisteminin değişmesi gerektiğini çok defa senato ve öğrenci toplantılarımızda dile getirdim. Olmadı. Hukukçu arkadaşlarımızla özel yönetmelikler hazırlayıp bunları üniversite senatosunda dile getirdik. Olmadı.

Bunu istememin tek bir sebebi var. Doğru bir sistemle liseden sonra kendini ifade etmeyi, lobiciliği, siyaset bilimini kapalı bir ortamda test edebilsin öğrenciler. Üniversitemiz ileride bir başbakan, bir cumhurbaşkanı çıkarabilsin. Aynı dünyayı değiştiren bir bilim insanı, dünyada herkes tarafından o uygulamayı geliştiren işinsanı gibi.

Ana Liglerde Takımlarımız Olsun

Ünviersite tanıtımı için 1 hafta okulu tatil edip, akademisyenlerimizi şehir şehir gezdirmek yerine birinci ligden bir basketbol takımı satın alalım. Gücümüz yetse futbol takımı da alabiliriz. Akademik bilime verdiğimiz değer gibi, sporcu bir gençliğin para kazanmasının uzun vadede ünviersitemize daha çok değer katacağını düşünüyorum. Tanıtım açısından da daha verimli olacağına eminim. Bu konuda da ciddiyim.

Avrupa Birliği vb. Fonları Kullanmasını Bilelim

Ülkeler topluluğu çıkıyor, sen araştırma yap, toplumları tanıştırmak kaynaştırmak için proje üret diye bütçe ayırıyor. İçi boş, göstermelik projelerle başka üniversitelerden akademisyen(?) kişiler bu destekleri kullanabiliyor. Biz gerçek projeler için bu destekleri kullanmasını bilelim. Her akademisyene avrupa birliği fonlarından yararlanmanın yollarını anlatan eğitimler verelim. İçi dolu avrupa birliği projesi üreten akademisyenle üretmeyeni ayrı kefeye koyalım. Bizim akademisyenlerimiz doğru proje ile destek alırsa onu destekleyelim.

Erasmus, Exchange Sistemlerini Geliştirelim

Kendi öğrenci değişim sistemimiz olan Exchange sistemimizi geliştirelim. Bazı noktalarda zarar da etsek bunu yapalım. Yeditepe’nin bir dünya üniversitesi olmasının bir adımı da bu olabilir. Bize gelip okuyan öğrencilerin çocukları birgün bizde lisans eğitimi almaya gelebilir. Yakın coğrafyamızdan öğrenciler üniversitemizi tercih edebilir. En azından burada böyle güzel bir üniversitenin varlığından haberdar olabilirler.

Belirli bir puanın üstündeki her öğrenciyi bu programlara gitmeye mecbur tutalım, tutmasak bile teşvik edelim. Bunu tanıtım bütçemizden fonlayalım.

Senatoda olduğu gibi Mütevelli Heyeti’nde de Öğrenci Temsil Edilsin

Üniversitenin öğrenci birliği/konseyi başkanı senatoda temsil ediliyorsa mütevelli heyetinde de öğrencileri temsil etmeli. Bunun önü açılmalı, kırmızı bizimse, derslikler bizimse, üniversite senatosu bizimse, mütevelli heyeti de bizim olmalı. Öğrenciler orada da temsil edilmeli.

Online Eğitime Vakit Geçirmeden Daha Çok Ağırlık Verelim

Online eğitime daha fazla geç kalmadan geçelim. Harvard, Stanford, Yale gibi üniversitelerin tamamı kampüste sahip olduğu öğrencilerden daha fazlasına online olarak sahip. Belki bir kısmı şuan ücretsiz dersler veriyor ama yakın gelecekte online eğitimlerin örgün eğitim kadar gelir getirecek bir iş olduğu göz ardı edilmemeli.

Buradan elde edilecek gelirlerin akademik araştırmalar için kullanılabileceği unutulmamalı. Zaten gelecekte online eğitimin ağırlığını daha çok hissedeceğiz. O günler yakındır.

Her fakülte ve bölüm kendi içinde online eğitime geçiş yapmalı. Bunun için tek bir merkezden her bölümdeki akademisyene eğitimler verilmeli.

Fakültelere Sponsor Alalım

Fakültelerimize şirket veya kişi isimlerini alabileceğimiz sponsor uygulamasını biz de yapalım. Yurtdışında exchange olduğum üniversitede gördüğüm uygulama bizim üniversitemizde de pekala yapılabilir. Adını uzun yıllar yaşatmak isteyen bir hayırsever adını fakültemize belli bir ücret karşılığında verebilir. Bunun araştırılması, değerlendirilmesi için bir takım kurulabilir.

Girişimciliği Somut Verilere Dönüştürelim

Girişimcilik üzerine çalışmalar yapmalı, başta üniversite öğrencileri (lisans/y.lisans/doktora) sonra diğer paydaşların ücretsiz şirket kurma danışmanlığı alması önemli. Kök salacak bir üniversitenin, kendisinden mezun olup değer yaratan girişimciyle mümkün olacağını unutmayalım. Başarılı rol model mezun girişimciler üniversitemize ileride katkı sağlayacaktır. Şirketlerin kurulmasına yardımcı olacak inkübasyon merkezi vakit geçirmeden kurulmalı.

Unutmayalım; bugün çok büyük şirketlerin istihdama katkıları %0 (yazıyla yüzde sıfır) bu yüzden girişimciliği destekleyen bir üniversite olmak, ülke insanı için istihdama, geleceğe umutla bakan ailelere sahip olmak demek.

Öğrenci Kulüplerine Daha Fazla Ödenek Yaratalım

Ve lütfen öğrenci kulüplerine daha fazla bütçe ayıralım. Üniversiteye kayıt olan her öğrenci adına 10 Dolar Kulüpler Birliği’nin kontrolünde bir fon yaratalım. Bunu Sedefhan Hocam, dönemimizin en sevdiğimiz hocası ve Öğrenci Dekanımız, ile çok görüşmüştük, kendisi de bu fikre sıcak bakmış, ama kabul ettirememişti. Yapılmaması için bir neden olduğunu düşünmüyorum. Aktif öğrenci sayısına göre kulüplere destek olmak, ulusal ve uluslararası etkinlikleri öğrencilerin organize etmesi anlamında öğrencilerin deneyim kazanması için iyi bir fırsat olacaktır.

Bu yazdıklarım elbette kısmi olarak bazı bölümlerimizde uygulanıyor. Bazıları yapılmak isteniyor ama olmuyor olabilir. Benim yaşadığım ve şuan görüştüğüm arkadaşlarımdan edindiğim güncel bilgilerle yorumlamaya çalıştım. Okurken de mezun olduktan sonra da Yeditepe’yi çok seviyorum. Gelecekte de onun adını yaşatmak için çalışacağıma, oranın mezunu olarak iş hayatında var olacağıma ve onu temsil ettiğimi bilerek adım atacağıma kendime söz veriyorum.

Stratejik Düşünme ve Karar Ağacı

Son okuduğum kitaplardan birisi  Avinash Dixit ve Barry Nalebuff’un beraber yazdığı Stratejik Düşünme kitabı. Kitap Sabancı Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış ve burada satışta. Kitabın konusu kısaca karar alma noktalarında nelere dikkat etmemiz gerektiği üzerine yoğunlaşıyor. Kazanmaya! Karar alırken nelere dikkat etmemiz gerekiyor, hangi şartlar altında nelere dikkat etmeli gibi konulara değinilen kitapta oldukça geniş örnekler var. Oyun teorisinin keyfli yanlarını size sunan kitap bazı yerlerde matematiksel formül ve çözümlere girerek kitaptan kopmanıza sebep olsa da okunması gereken bir kitap.

Stratejik düşünme hayatımızın her anında kullandığımız bir düşünce yapısı. Gelişmekte olan bir semtten ev almak, yeni pazarlara açılacağını bildiğiniz bir şirketin borsadaki hisselerini satın almak, bir ülkeyle savaşa girmek, topu kalecinin hangi tarafına atacağını bulmak bunların hepsinde stratejik düşünme yer alıyor. Bunların hepsinde de aşağıdaki gibi bir karar ağacı kullanılıyor.

Screen Shot 2015-05-29 at 08.02.26

 
İş fikrini buldunuz diyelim. Bu patenti alınmış bir ürün olsun. Bunu hemen satarak gelir elde edebilirsiniz. Ya da bu fikri pazara kendiniz sunarak çalışmaya başlayabilirsiniz. Her iki durumda da gelir ve giderler farklı olacaktır. Fikri hemen satmak istediğinizde $50.000 dolar kazanacaksınız ama fikri siz pazara sunmak istediğinizde iki seçenecek daha karşınıza çıkacak. Bunlardan birisi %70 ihtimalle iş fikriniz pazarda tutacak başarılı olacaksınız ya da fikriniz tutmayacak ve başarısız olacaksınız. Fikrin tutması durumunda 1 Milyon dolar kazanacaksınız, tutmazsa 0 dolar sizi bekliyor. Ancak burada dikkat edilmesi ve karar süreçlerinde etkin olması gereken bir durum var. İş fikrinin pazara sizin tarafınızdan sunulması durumunda başarılı olma ihtimali %70, başarısız olma ihtimali %30. Karar verirken bu ihtimalleri, daha önce o işi yapıp yapmadığınıza, pazarın ihtiyacını doğru anlayıp anlamadığınıza göre değiştirebilirsiniz.

Bu gibi karar ağaçları ülkeler tarafından, siyasi partiler tarafından oldukça etkin kullanılan ağaçlar. Bu örnekleri arttırmak mümkün, hayatın her alanında bu karar ağaçlarını bilerek ya da bilmeyerek kullanıyoruz. Elbette yukarıda verdiğim modelde kararlar ve sonuçları öngörülebilir. Kitabın asıl keyifli yanları öngörülemeyen kararlarda ya da rastgele bir kararı seçtiğinizde sonuçların ne kadar değişken olabildiğini gösteren bölümler. Okumanızı tavsiye ederim.

Siz karar alırken nelere dikkat ediyorsunuz? Neleri nasıl yapmayı tercih ediyorsunuz?

 

E-Öğrenme ve Öğretmenler

Türkiye’deki e-öğrenme örnekleri 1998’den beri var. E-Öğrenme dünyada bu tarihten biraz daha eski olsada o zamandan bu zamana sürekli akıllarda olan sorulardan birisi öğretmenlerin bu değişime nasıl bakacakları oluyor. Matbaanın ülkelere girişini yavaşlatan, işçi sınıfının sanayileşme hamlelerine dirinmesinde olduğu gibi dünyada da bazı öğretmenler e-öğrenmeye direnmeye çalışıyor. Aslında bu durum birisi olmadan bir diğrerinin olmayacağı durumlara benziyor.

Günümüzde e-öğrenme oldukça yaygın. Giderek de yaygınlaşmaya devam ediyor. Burada unutulmaması gereken en önemli özelliklerden birisi, bu işin içinde tarafların olduğunu hep hatırlamak. Bir eğitim alan ve eğitim veren olduğunu unutmamak gerekli.

İş görüşmesi için gelen bazı öğretmenlere yapacakları işi anlatıyoruz. İnternet üzerinden öğrencilere ders vereceksiniz. Onların gelişimi için onlara bir şey öğreteceksiniz. Amacınız her zaman yaptığınızla aynı olacak diyoruz ama nafile. Kimisi çok çabuk adapte olurken başka bir öğretmen bu mümkün değil diyebiliyor. Yani öğrencilere internet üzerinden bir şeyler öğretilebileceğine inanmıyorum diyorum. Üstelik bunu diyen kişinin Y Kuşağının temsilcilerinden biri. Demek ki neymiş, herkes aynı anda aynı kuşağı yaşamıyormuş 🙂

İşin ilginç yanı, eğitim almak isteyen kitle buna inanmışken, eğitim almak istiyoruz derken diğer taraf, eğitim verecek olan taraf buna tam inanamıyor. Tabi biz de başlıyoruz öğretmenlerimizi ikna çalışmalarına. Ön test son testlerle öğrencilerdeki gelişimleri gösteriyoruz. Dünyadan örnekler paylaşıyoruz. Biraz ikna oluyorlar ve işe devam ediyorlar. Sanırım alıştıkları fiziksel ortamı özlüyorlar ama artık buradan dönüş yok. Gelecekte eğitimin büyük kısmı online olacak. Ve gelecek buna hazır olan öğretmenlerin olacak.

Etik Değerler Üzerine

Hayatta herkesin bazı değerleri olması gerektiğine inanırım. Kişi bu değerlerini ailesinden, çevresindeki yakın arkadaşlarından ya da dini inanışından alabilir. Bunda bir sınırlama olduğunu düşünmüyorum. Zaten insanın değer yargıları çevresinde gördükleri, yaşadıkları ile şekillenir.

Uzun zamandan beri sahip olduğum, takip etmek istediğim değerleri yazılı hale getirmek istemişimdir. Bu değerleri yazılı hale getirdiğimde karar verirken zor durumda kaldığım anlarda başvurabileceğim bir kaynak olarak görürüm. Değerlerimle ilgili bazı notlarımı aşağıda paylaşıyorum. Bu değerlerin gördüklerimle, yaşadıklarımla zamanla değişeceğini, gelişeceğini düşünüyorum. Siz de buradan yola çıkarak kendinizde olmasını istediğiniz değerleri sıralayabilirsiniz. Çok işe yarayacağını yıllar sonra siz de göreceksiniz.

Dürüst Olmak
Her konuda herkese dürüst olmak. Ailemize, eşimize, ekip arkadaşlarımıza, devlete, insanlığa dürüst olmak. Sonuçları her ne olursa olsun, doğru, dürüstçe olduğuna inandığım tüm görüşleri rahatça paylaşabilmek.

İyi Olmak
Her durumda aklından iyiyi geçirmek. Her daim kendim ve başkaları için iyi sonuçlar düşünmek.

Girişimci Olana Değer Vermek
Her daim girişimci ruhları desteklemek. Girişimci olmak.

Açık Fikirli Olmak
Geçmişte öğrendiklerimin gelecekte öğreneceklerimin önüne geçmemesi için açık fikirli olmak. Sürekli öğrenmeye inanmak.

Sorgulayıcı Düşünce Yapısına Sahip Olmak
Her zaman her konuda neden sonuç ilişkisini sürekli kendime sorarak bir işin nasıl yapıldığını anlamak. Çevremdeki insanların da her konuyu sorgulayarak doğruyu bulmalarına yardımcı olmak.

Yardımsever Olmak
Kazandıklarını, eldekileri paylaşmasını bilmek. Paylaşmanın mutluluğu artırıcı bir unsur olduğunu hep hatırlamak. Yardım etmek kadar herhangi bir konuda gelen yardım taleplerine açık olmak.

Kendine Güvenli Olmak
Her şart ve durumda kendine güvenmek.

İşbirliğine Açık Olmak
Her türlü iş birliğine açık olmak.

Lider Olmak
Çevrem ve toplum için liderlik etmek, liderlere uygun davranışlar sergilemek.

Girişimci Olmak Kolay mı Zor mu?

inspirational-smll-business-quotes2Bana gelen bazı sorulardan birisi de girişimci olmanın kolay olup olmadığı. Bu soruya nasıl cevap verilebilir diye bazen düşünüyorum. Bir etkinlikte bana bu soruyu soran benden genç bir üniversiteli arkadaşıma en doğru cevabı nasıl verebilirim diye düşünürken aslında bu sorunun tam bir doğru cevabı olmadığının farkına vardım. Çünkü zor ve kolay kavramları bir hayli göreceli kavramlar.

Size zor gelen bir şey bir başkasına kolay gelebilir. Bana 6 kilometre durmadan koşmak kolay gelirken bir başkasına zor gelebilir. Yine aynı şekilde bir matematik problemini çözmek birisi için çok kolayken bir başkası için zor olabilir. Sonuçta girişimciliğin zor mu kolay mı olup olmadığı soruyu sorana bağlı bir durum.

Bu işin en güzel yanı girişimcilik öğrenilebilen bir şey. Yani tecrübelerinizden ders çıkaran biriyseniz bir sonraki girişiminizin bir öncekinden daha kolay geleceğini size söyleyebilirim. Ne kadar çok bu işlerin içinde olursanız, başkalarının tecrübelerini dinlerseniz girişimcilik size o kadar kolay gelmeye başlayacaktır. Bu yüzden sürekli okumalı, dinlemeli ve en önemlisi de denemelisiniz. İşte o zaman hiçbir şeyin size zor gelmeyeceğini anlayacaksınız.
Görsel kaynak: http://cdn3.geckoandfly.com/wp-content/uploads/2014/08/inspirational-smll-business-quotes2.jpg (30.12.2014, 16.28)