Gün geçmiyor ki kendimize bu soruyu sormayalım. Ailecek sürekli konuştuğumuz bir konu. Zaman ülkece içinde bulunduğumuz durumdan zaman zaman da kızımız Lara’nın eğitimi için Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmemiz gerek diye konuşuyoruz.
Elbette bu kararı vermek birçok değişkene bağlı. Tek bildiğimiz istediğimiz. Diğer değişlenler de bu isteğimize göre şekilleniyor.
New York sokaklarında kafamın içindekileri sizlerle sesli olarak paylaştım. Düşüncelerimi sizin de duymanızı istedim. Siz ne diyorsunuz? Amerika’ya gök etmeli mi?
Apple, iPhone ürününü piyasaya sürdüğünden beri büyük bir hayran kitlesini peşinden sürükledi. Özellikle son yıllarda çıkan yeni iPhone modelleri bu hayran kitlesini tatmin etmese de bazıları için bu ürünün son versiyonunu kullanmak oldukça önemli.
Ben de uzun yıllardan sonra telefonumu değiştirmeye karar verdim ve Amerika’ya gitmişken yeni bir iPhone 11 Pro Max 512 GB almaya karar verdim.
Videoda iPhone Pro Max’in özelliklerini anlatacaktım ama amacımla örtüşmediğini düşündüğüm için farklı bir konuya açıklık getirmeye çalıştım. Bu telefona sahip olma gerekçem biraz farklı. Onu da video da açıkladım. iPhone 11 Pro Max alırsanız sizin gerekçeni ne olurdu yorumlarda konuşalım.
Biraz iş biraz yaşam biraz da gezmek için Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington DC’ye Turk Hava Yolları ile İstanbul Havalimanı’ndan uçtum. Çok keyifli bir yolculuktu. Kabin ekibine teşekkür ederim. İstanbul Havalimanı çok güzel olmuş. Oldukça büyük ve yeni olmasının etkisi ile işlevsel bir havalimanı. Dışhatlar Duty Free de bugüne kadar gördüğüm Duty Free’ler arasında hem yeme içme hem de giyim kozmetik anlamında göz dolduranlardan.
Washington DC’ye uçuşu ile ilgili çektiğim videoya aşağıda ulaşabilirsiniz.
Üzerine hiç ama
hiç düşünmediğimiz fakat hayatta kalmak için hergün yaptığımız bir şey var.
Üstelik bunu yaparken nasıl yapılır diye de bir yere bakmıyoruz. Otomatik
olarak yapıyoruz. Nefes alıp vermekten bahsediyorum. Evet hergün milyarlarca
insan – bazı hastalık belirtileri gösterenler hariç – otomatik olarak nefes
alıp veriyoruz. Düşünmüyoruz.
Nefes alıp vermek
neden önemli? Çünkü yaşamsal organlarımızın görevini yerine getirmesi için
oksijene ihtiyaç var ve nefes alıp vermek bu oksijeni almamızı sağlıyor.
Girişimlerin yani şirketlerin de oksijen kadar hayati öneme sahip bir şeye ihtiyacı var. Paraya. Buna nakit akışı diyelim. Nakit akışını doğru yönetemeyen şirket ya belirli bir faiz oranı ile borç/kredi alır ya da şirket hisselerinin bir kısmını satması gerekebilir. Tabi nakit akışı kötü olan bir işletmenin hisselerini kim almak ister o da ayrı bir soru.
Şirket yönetme
işi finansal açıdan bir bütçe ile yapılır ve bu bütçenin belirli dönemlerde
kontrol edilerek güncellenmesi gerekir. Aslında sadece şirketlerin değil, hükümetlerin,
vakıf ve derneklerin şirket altında yer alan departmanların, onların
yürüttükleri projelerin de bütçeleri vardır. Yıl boyunca yapmak istediklerini
bu bütçeler dahilinde yapmaya çalışırlar. Mesela benim bu Youtube kanalım
belirli bir bütçe ayrılarak hayata geçmiş bir proje. Gelin isterseniz bu
Youtube kanalı bütçemi tekrar beraber hazırlayalım böylece bir bütçe temel
anlamda nasıl hazırlanır beraber görelim.
Bunun için bir Microsoft
Excel ya da Google Drive altında hizmet veren Google Sheet ürününü
kullanabilirsiniz. Ben şimdilik Microsoft Excel üzerinde çalışacağım. Bu
hazırladığım bütçe mutlak bir bütçe değil. İnternette çok farklı şablonlar da
mevcut. Dilerseniz bunları indirip üzerinde değişiklikler yaparak da
kullanabilirsiniz.
Önceden yaptığım
çalışmada Youtube kanalım için 200.000 TL kadar bir bütçe ayırmam gerektiği
ortaya çıktı. Bu tutara nasıl ulaştığımı gelin isterseniz beraber görelim.
Öncelikle 24
aylık bir hedef bütçe olduğunu hatırlatalım. Excel dosyası üzerinde 24 ayı
gösterelim.
Ocak, Şubat,
Mart…
Şimdide sol
tarafa, ilk sütuna bu harcamaların ne olduğunu yazalım.
Mesela İnternetle
başlayalım. Çektiğimiz videoları yüklemek için iyi bir internete ihtiyacımız
var değil mi? O zaman buraya aylık 150 TL internet giderlerimizi yazalım.
Öncelikle Youtube
kanalımda kullanacağım yazılımları yazalım. Ben yazılımların ücretlerinin
ödenerek alınması gerektiğine inanan biriyim. Özellikle Adobe’nin Türkiye
Distribütöründe çalıştığım dönemde işletme ve kişilerin lisanslı ürün
kullanması için BSA ile ortak çalışmalar yapardık. Bu çok önemli, binlerce
kişinin çalışarak çıkardığı bir üründen herkesin hakkını alması kadar doğru bir
şey olamaz.
Şuanda Adobe Creative
Cloud’un fiyatı aylık $53, Türk Lirası karşılığı 300 TL. Adobe Creative Cloud
altında Photoshop, Premiere Pro, Audition gibi yazılımları yoğun olarak kullanacağım.
Ayrıca diğer yazılımları da ihtiyaç duydukça kullanacağım.
O yüzden buraya
Adobe CC olarak aylık 300 TL yazıyor ve 24 ay boyunca bunu ödemeyi düşünüyorum.
Dolardan kaynaklı artışları bütçenizi dönem dönem güncellerken revize
edebilirsiniz.
Ayrıca bilgisayarımın
masaüstünü kayıt etmek için Techsmith’in Camtasia ürününü satın aldım. Bu
ütünün fiyatı iki yıllık güncelleme dahil $300. Türk lirası kaşılığı 1716 TL.
Buraya bunu bir kez yazıyorum. Her ay değil çünkü bir kez ödenen bir ücret. Belki
iki yıl sonra gelecek güncellemede çok işe yarar bir şey olursa o zaman tekrar
güncelleme satın alınabilir.
Ayrıca almayı
planladığım bazı kamera ve bu kameralar için gerekli aksesuarlara toplam 80.000
TL civarında. Bunu da bir seferde değil, belirli dönemlerde yapacağım için onu
da farklı aylara yazalım.
Bunun dışında
yaklaşık $4500 değerinde bir MacBook Pro alacağım. Bunun sebebi video editleme
işlerinde verimli bir çalışmayı tercih etmem. Bunu da excele ekleyelim.
Yaklaşık 26.000 TL.
Ayrıca Youtube
kanalı projem kapsamında bir web sitesi yaratacağım ki burada konusuna hakim,
bulunduğu alanı iyi bilen insanları biraraya getirip girişimci olmak isteyen
kişilere ve ayrıca işlerini büyütmek isteyen girişimcilere hepimiz yardımcı
olacak. İlerleyen zamanlarda bunu duyuracağım. Sanırım bunun aylık gideri bana
500 TL kadar olur. Farklı olursa daha sonra güncelleriz.
Bütçede önemli
bir yer tutan kısım ise özel programlar. Faruk Erdoğan Youtube Kanalı içinde
bazı programlar hazırlamak istiyorum. Bu programlar tematik olacağı için bazı
masrafları olacak. Bunların ne olduğunu şuan açıklayamıyorum ama zamanı gelince
yine buradan sizlerle paylaşacağım. Programlar için de aylık 1500 TL
yazabilirim.
Bütçeye eklemek
istediğim bir diğer gider de seyahatler. Geçen ay İstanbul’dan Antalya’ya
taşındım. Bu yüzden sık sık yine İstanbul ziyaretlerim olacak. Onun dışında
bazı video çekimleri için yurtdışı gezilerim var. Onlar için de bütçe de yer
ayırmam gerekiyor. Onlar için de genel olarak aylık 750 TL eklesem sanırım
uygun olur. Belki her ay seyahat etmem ama etmediğim ayları bir sonraki aya
aktarabilirim.
Bu yapılacak
harcamaların tamamı Youtube için harcanacak ama sadece Faruk Erdoğan kanalı
için değil. Planladığım bir de İngilizce kanal söz konusu. Bu harcamaları o
kanalı da göz önünde bulundurarak hazırlıyorum.
Aylık 700 TL gibi
İletişim giderlerimizi de buna eklersek, ortaya böyle bir bütçe çıkıyor. Bunların
ne olduğunu zamanla sizinle paylaşacağım.
Burada gördüğünüz
bütçede şuanda gelirler kalemi bulunmuyor. Zaten kanalların bir gelirleri de
yok. Youtube’un gelir ortaklığı modelinin de çok yüksek ücretler ödemediğini
biliyorum. İlerleyen zamanlarda gelirle ilgili bir gelişme olursa elbette sizi
bilgilendireceğim.
İşte en basit
şekli ile bir bütçe böyle hazırlanıyor. En azından size aylık ne kadar
gerekiyor, ya da yapmak istedikleriniz için ne kadar elinizde para var bunu
görmenizi sağlayan şey bu bütçe olacak.
Peki neden
Youtube’a 200.000 TL bütçe ayırıyorum? Aslında soru basit. Bu işi ciddiye
alıyorum ve yatırım yapılması gerekli diye düşünüyorum. Bir hobi ile bir iş
arasında ince bir çizgi olabilir ama benim en büyük şansım girişimciliği her
zaman hobim olarak görmemdir. Sohbetlerim, okuduğum makaleler her zaman
girişimcilik, iş dünyası üzerinedir.
Bu yüzden Youtube
üzerinde kayif alarak öğrendiğim konuları sizinle paylaşırken bir yandan da Youtube’a
bağlı iş modelleri geliştirmeye çalışıyorum.
Öncelikli
hedefim, benimle girişimcilik dünyası üzerine aynı zevkleri paylaşan 10.000
arkadaşıma ulaşabilmek. Onlarla etkileşimi yüksek, beraber paylaştığımız
keyifli bir kanal kurmak istiyorum.
Şuan anda, Datça’nın
Palamutbükü beldesindeyim. Ailemle beraber burada tatil yapıyorum, o yüzden bu
videoyu ekran kaydı olarak sizlerle paylaşıyorum.
Video hakkında
aklınıza takılan bir şey olursa yorumlarda görüşürüz. Lütfen videoyu beğenmeyi
ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Hoşçakalın.
Her yerde bir ürün veya hizmet satın alınmayı bekliyor. Pazarlamacılar da bu ürün ve hizmeti satın almamız için akıllara gelmeyen yöntemler deniyor. Bu videoda sizlere satışın en temel kuralını anlatmaya çalıştım.
Satış nasıl yapılır? Kimlere kolay satış yapılır gibi soruların cevaplarını merak ediyorsanız bu videoda bir şeyler bulacağınıza eminim. Gerek profesyonel hayatta çalışırken, gerek kendi işimde edindiğim tecrübeleri sizinle paylaşıyorum. Bu tecrübelerden en temeli de satışın kime yapılacağı sorusunun cevabı. Umuyorum faydalı bulursunuz.
İlk Kurduğum Online Eğitim Şirketi – Girişim Fabrikası, Altunizade, İstanbul
2002’de üniversitede tanıştığım eÖğrenme (eLearning) hayatımın büyük kısmında profesyonel işten geçim kaynağım oldu. İlk stajım, ilk profesyonel işim eLearning sektöründeydi. Bu sektörün çok muhafazakar bir sektör olduğunu söylemem gerekli. eTicaret çok hızlı gelişim sergilerken eLearning o kadar hızlı gelişmedi. Sıkıcı eLearning içeriklerini kullanıcılar almak zorundaydı çünkü bu eğitimlere karar verenler 3-5 kişiden ibaretti. Onların dünya görüşleri bu eğitimleri alan binlerce kişi tarafından kabul görmek zorundaydı. Değişim süreci ayrı bir yazı konusu ama son zamanlarda gördüklerim eLearning sektörünün önümüzdeki dönemde çok daha hızlı gelişeceğinin sinyallerini veriyor.
Öncelikle bu yazıyı iki eLearning şirketi kurmuş ve yönetmiş biri olarak yazdığımı bilmenizi isterim. Gerek kurumsal eğitim gerekse de K12 düzeyinde çok sayıda müşteri ile görüştüm, onlarla nelere ihtiyaç duydukları konusunda bilgiler aldım ve anladım ki kimse ortak bir online eğitim yaklaşımına sahip değil. Olmaması bir anlamda iyi aslında ama bu seferde işi standart hale getirememek gibi bir sorun çıkıyor karşımıza. Oysa bugün yüz binlerce lira verdiğimiz araçları bile kendimize özel olarak kişiselleştirebiliyorken online eğitimleri kendi istediğimize sadece renk, kadın erkek sesi gibi değişkenlerle özelleştirmek eğitim alan kişi tarafından sıkıcı karşılanıyor.
Peki ülkemizde neler değişiyor? Öncelikle farkındalık artıyor. Yeni kuşak, gençlerimiz, teknolojiye, internet üzerinden eğitim almaya çok daha yatkın. Şirketler hala statükocu yapılarını koruya dursun alttan bir dip dalgası geliyor. Kişibaşı düşen milli gelir artıyor. Her ne kadar beğenmesek de, geçmişle kıyasladığımızda tatmin edici olmasada bir düzelme var. İnsanlar kişi başı geliri arttıkça daha çok dışarıda yemek yeme eğilimindedir, söküklerini artık kendileri dikmez, paraları ile yeni bir pantolon ya da gömlek satın alır. Bu durum online eğitimlerde de görülüyor. Bireysel tarafta insanlar online eğitimleri almak için belli bir miktar para harcamaya razı. Eskiden bu durum böyle değildi. Çok büyük emekler verdiğimiz bir online eğitimi insanlar çok pahalı diyerek – halbuki giydiği kot pantolondan daha pahalı değil – almayabiliyordu. Ancak şimdi böyle değil.
Yazının başında sorduğum soruya geri dönersek. eLearning hızlı gelmiyor, o belirli bir oranda gelişimini sürdürürken asıl gelen yeni nesil değişimi mecbur kılacak gibi görünüyor. Onlar bu eğitimleri tüketmeye çok daha istekli, çok daha talepkar.
Belki de odağına teknolojiyi alan yeni bir eğitim şirketi kurmak için şimdi yine doğru zaman olabilir. Bu alanda yeni başlangıç yapmak isteyenler benimle iletişime geçebilir.
Şirket kurmak ve onu bir seviyeye getirmek refah içinde yaşamanın yöntemlerinden biri olabilir. Elbette her işletmede işler istendiği gibi gitmeyebiliyor ancak iş kurmak, onu çalışan bir sistem haline getirmek ve o şirketten ayrılarak gelir elde etmek bugün dünyanın en zinginlerinin yaptığı tek şey. Aslında bu konu farklı bir yazının konusu olduğu için onu daha sonra işlemek üzere rafa kaldırıyorum. Gelelim nasıl şirket kurulacağına.
Bir şirket kurmadan önce size tavsiyem gerçekten ortada bir şirket kurmaya değer ürün ya da hizmetinizin olup olmadığına karar vermektir. İnsanların istediği, ihtiyaç duyacağı bir ürün/hizmetiniz var ise vakit geçirmeden bir şirket kurmanızı tavsiye ederim. Müşterilerin size ödeme yapması sonucu onlara bir fatura kesmeniz gerektiğini unutmamanız gerekli. İşte o zamana kadar şirket kurmanıza gerek yok çünkü şirket demek bir çok vergisel yükü beraberinde getirirken düzenli yapmanız gereken devlet şirket işleri de cabası.
Peki şirketinizi hangi türde kuracaksınız? Öncelikle şirket türlerini kısaca bir açıklayayım;
Önemli Not: Bunları açıklarken bir mali müşavir olmadığımı, yaptığınız işe göre bir mali müşavirden hangi türde şirket kurmanız gerektiğine dair danışmanlık almanız gerektiğini hatırlatayım.
Şahıs Şirketi: Fatura kesminizin en hızlı yoludur. Hem kurulum işlemleri en kolaydır hem de kapama. Yine kuruluş masrafları da en düşük olan iş kurma yöntemidir. Bir ortak alamazsınız. Sadece şirketi kuran kişi sorumludur. Şirketin borçlarından da kişisel malvarlığınızla sorumlu olabilirsiniz. Bu anlamda iş yaparken dikkat etmenizi öneririm.
Limited Şirketler: Kuruluş sırasında 10.000 TL sermaye koymanız gerekiyor(2018). Bir veya birkaç gerçek ya da tüzel kişilik şirkete ortak olabiliyor.
Anonim Şirket: Şirketlerin en güzeli bence anonim şirketlerdir. Benim de favorimdir. Her ne kadar mali müşavir, adres gösterme, değişiklikleri, genel kurul masrafları fazla olsa da ve iş yükü fazla olduğu için size bu şirket tipini tavsiye etmeselerde ileriye dönük süreçlerde şirketlerin anonim şirket olması en iyisidir. Kuruluş sırasında 50.000 TL (2018) sermaye koymak gereklidir. Bir veya birden fazla gerçek ya da tüzel kişiler ortak olabilir.
Bu şirket tiplerinden birini seçtikten sonra bir mali müşavire gitmeniz gerekir. Sizin adınıza tüm işleri mali müşavirler halledecektir. Mali müşavirler için internette arama yapabilir, ya da çevrenizde şirketi olan birinin mali müşavirinden destek alabilirsiniz.
Önce bilgisayar daha sonra internetle tanismam oldukça eski. Bir arkadasimla beraber okuldan çikmis eve dogru gidiyordum. Mahallemizde bulunan girisimci bir abimiz bilgisayar satiyordu. O zamanlar Escort diye anilan bir marka oldukça yaygindi. Bizi dükkanına davet etti ve bilgisayarla tanistirdi. Matematik dersini bilgisayardan ögreten bir programla bize bilgisayari anlatti. Tabi simdi o abinin bizim matematik dersimize yardim etmek için bilgisayarla tanistirmadigini biliyorum. Bize aslinda bilgisayar satmaya çalisiyordu. Istedigi gibi de oldu. Ailelerimizi ikna edip, arkadasim ve ben evimize birer bilgisayar aldirdik. Bazi temel ders programlari ile beraber basic programlama dilini o bilgisayarimda ögrenmistim.
Internetle tanismam da oldukça eskiydi. Bir yerden sonra sade bir bilgisayara sahip olmak sürekli ögrenmek isteyen bir çocuk için yeterli degildi. O zamanlar yaygin olarak Adana’da hizmet veren FutureNet’ten bir internet baglantisi almistim. Artik evimizdeki telefon hatti sürekli mesgul çalıyordu çünkü internete girmek için evin telefon hattini kullanmaliydim. Zaman geçti, ailem bilgisayarda oyun oynadigimi düsünüyor bense internet üzerinde ögrenebildigim ne varsa ögrenmeye çalisiyordum. O zaman interneti kullanarak ulasilabilecek bilgi de sinirli sayidaydi. Fazla bir websitesi yoktu. ICQ, mIRC en yaygin kullanilan internet araçlariydi. Simdi simdi aslinda erken yasta bu teknolojilerle tanismanin hayatimda ne kadar önemli rol oynadigini anladim.
Bilgisayari ve interneti erken yasta ögrenmis olmak akranlarimdan beni ayiriyordu. Okulda bilgisayari olan ve internete baglanan arkadaslarimla gruplasiyor, konustugumuz konularda genellikle yine bilgisayar ve internette yaptiklarimiz üzerine oluyordu. Suan 30’una gelmemis kisileri düsünüyorumda çogu internetin içine dogan bireyler. Hepsi yaslari ilerledikçe internet, cep telefonundan internete girmek onlar için hayatin bir parçasi gibi. Dogal bir sonuç. Ancak fark ettigim bir sey var. Hepsi kullanici konumunda internet için bir sey üreten yok gibi, tabi instagram ve facebook’tan yüklenen fotograflari, iletileri saymazsak.
Bugün Türkiye’de teknoloji üzerine is yapan çogu kisi benim kusagimdan. 40’tan küçük 30’dan büyük bu kusak internet üzerinde çalisan bir sistemin nasil çalistigini en iyi bilen grup. Dijital okur yazarliktan öte, dijital üzerinde bir seyin nasil var edilecegini bilen bir kusaktan bahsediyoruz. Bu kuşağın en önemli özelliği de interneti beslemeleri. Gerek yazdıkları yazılarla gerekse de yaptıkları internet siteleri ile kullanıcıdan çok insanların kullanmasına yönelik ürünler geliştiriyorlar.
Üniversite yıllarımda Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’ndan aldığım Medya Okur Yazarlığı Dersi’nde genellikle dijital okur yazarlık üzerine sahbetlerimiz oluyordu. Doğru kaynağa nasıl ulaşılacağı, medyada tarafların görüşlerini okurken nelere dikkat etmemiz gerekeceği gibi konulara bolca değinmiştik. Aslında medya okur yazarlığı dijital okur yazarlıktan farksız bir kavram. Bün internette yer alan hemen hemen her ortam bir medya aracı. Alışveriş yapmak için kullandığımız e-ticaret siteleri bile reklam alarak kullanıcılarının görüşlerini etkiliyor. Yani medyayı/dijitali doğru okumak gerekiyor.
Para kazanmak uğruna akıp giden hayatlarımızın farkında mıyız? Tekrar soralım, yaşadığımız hayatın geçip gittiğinin farkında mıyız? Ya da şöyle soralım, yaklaşan ölümün farkında mıyız?
Bu yaşadığımız hayatlarımız birgün son bulacak. Geriye dönüp baktığımızda neleri yaşamış olmak isterdik? Güzel bir aile? Saygın bir iş? Gezip görmediğiniz yerleri görmek? Tatmadığımız yemeklerin tadına bakmak? Nedir yapmak istedikleriniz hiç bunları düşündünüz mü?
Şu sınavı kazanıp istediğim bölüme gideyim o zaman düşünürüz mü diyorsunuz? Ya da şu işimi bir halledeyim, şuradan güzel bir ev alayım, bir arabam, bir yazlığım olsun sonra mı hayatı yaşarız diyenlerdensiniz?
Bugün sahip olduğunuz hayatı yaşamamak için hiçbir sebebiniz yok. Şimdi şuan ne yapmak isterdiniz? Sevdiğiniz birinin sesini duymayı mı? O zaman hemen ona bir telefon açın ve onunla sohbet edin. Gidip görmek istediğiniz bir yerde uyanmayı mı? O zaman hemen bilgisayarı açıp gitmek istediğiniz o yer için uçak bileti bakmaya başlayın.
Hayata geçirmek istediğiniz bir iş fikriniz mi var? Bu işi başlatmak için ne eksik? Neden bekliyorsun? O eksik dediğin şeyleri gidermek için ne yapıyorsun? Muhasebe mi bilmiyorsun? Yazılım mı yapamıyorsun. Nedir seni o işi yapmaktan alıkoyan? Korkuların mı? Hayat nefes aldığın sürece devam etmiyor mu? O zaman nefes aldığın sürece galipsin.
Hep hatırla. Bir hayatın var. Bu hayat da bitecek. Yapmak istediklerini bugün yapmaya başla. Hemen şimdi.
Bir işletmeyi yaşatan en önemli şey satıştır. Bu sattığınız fiziksel bir ürün, bir hizmet veya bir eğitim olabilir. Eğer işletmenizde satışlar iyi gitmiyorsa tehlike çanları çalmaya başlıyor demektir. Çünkü rakiplerle mücadele bir yana dursun, şirket içindeki problemleri çözmek iyi satış yapabilmekten geçer. Burada Guy Kawasaki’nin “Sales fixes everything” yani satış her şeyi düzeltir/onarır sözünü hatırlatmakta fayda var.
Peki şirketlerimiz neden satışı bu kadar göz ardı ediyor? Satış ekiplerine sadece bir araç ve cep telefonu verilince kendiliğinden satışın geleceği düşünülüyor. Satış bir kültür meselesi, satışa odaklı şirket tepeden tırnağa satışa odaklı oluyor. Olmayanlarsa istedikleri kadar büyüyemiyor.
Satışın kültürü olan bir şiket olmak ne demek?
Öncelikle önceki kurduğum şirketlerden edindiğim tecrübeye dayanarak şunu söyleyebilirim. Şirkette belirli bir kültür oluşturmak, üst yönetimin sırtlanması gereken bir iş. İşe erken gelmek şirketin bir kültürü ise buna uyması gereken ilk kişi şirketin tepe yöneticileri. Yukarıdan aşağıya doğru giden bir yayılım var. Her ne kadar yatay bir yönetim modelini benimsemiş olsanız da ekip içinde lider görülen kişilerin buna dikkat etmesi çok önemli.
İşte satışı da şirket kültürünün bir parçası haline getirmenin en temel özelliği burada başlıyor. Yani tepe yönetim iyi satış yapamıyorsa ya da bunu işinin öncelikli alanı olarak görmüyorsa şirkettin diğer departmanları da buna fazla önem vermiyor. Ancak satışı tırnaklarına kadar hisseden üst yönetim bunu bir şirket kültürü haline getirebiliyor.
Pronet’in ilk kurulduğu yıllarda tuvaletlerine bile satış hedeflerini yazdıklarını duymuştum. (Eski Pronet çalışanı çok çalışma arkadaşım olduğu için oradaki hikayeleri bolca dinledim) Düşünsenize, yaşamak için satmak zorunda olduğunuz bir dönem ve siz bunu herkesin hissedebilmesi için tuvaletlere bile yazıyorsunuz.
Satışı çok önemsiyen şirket çok büyüyor. Pronet örneğin de olduğu gibi.