Aşıklar şehri olarak bilinen Paris’e eşimle birlikte balayı için gittik. İndiğimizde soğuk bir hava bizi karşıladı. Vize kontrol noktasından geçtikten sonra valizlerimizi alarak kalacağımız otele ne şekilde gideceğimizi kararlaştırdık. Hava aydınlık olduğu için toplu taşımayı tercih ettik. Havalimanından kalacağımız otele gitmek için metroyu kullandık.
Kaldığımız otele eşyalarımızı bırakıp kendimizi hemen dışarı attık ve küçük bir çevre gezintisi gerçekleştirdik. Parise neden aşıklar şehri dendiğini aslında o ilk gezintide anladım. Oldukça sakin bir şehir gibi geldi bana. İnsanlar sokakta yürüyüş yapıyor, kimisi bisiklete biniyordu. Bir yerlerde bir şeyler yedikten sonra odamıza geri döndük ve yarın Paris’te nereleri gezeceğimizin planlarını yaptık. Tatillerde genellikle internetten araştırdığım yerlere giderim. Son seyahatlerimde de Tripomatic diye uygulama kullanıyorum. Gün sayısını girip gezmek istediğiniz yerleri seçiyorsunuz ve size bir harita veriyor. Offline olarak bu yaritayı kullanabiliyorsunuz. Ücretli olarak belli başlı tüm tatil yerlerinin haritalarını offline olarak kullanabiliyorsunuz. Neyse bu app’i size tanıttıktan sonra Paris izlenimlerine devam edeyim.
Elbette size şurda şunu gördük, burda buna baktık demeyi ben de diğer blog yazarları gibi bilirim ama daha çok bana hissettirdiklerini sizinle paylaşmak, ya da kendim için notlarımı blogumda yayınlamak daha hoşuma gidiyor. Paris de benim için gezilmesi ve görüşmesi gereken şehirler arasına girdi diyebilirim.
Öncelikle şehrin bir ruhu var. Renkler, sokak lambaları, alışveriş mekanları hepsi bir bütün gibi. Bu yüzden sevdiğinizi alıp ilk fırsatta Paris’e gitmenizi parklarında sokaklarında el ele sevgilinizle yürümenizi tavsiye ederim.
Bu arada 2013’te Paris’e ayak basıp 2014’te bu yazıyı yayınlıyor olmam blogumu da ne kadar ihmal ettiğimin göstergesi sanırım 🙂 Bir dahaki Paris gezimi daha uzun tutmak istiyorum, sadece tarihi yerlerini değil, iş dünyasını da merak ediyorum.