Sıfırdan bir şirket kurmak deyince insanlar biraz şüphe ile yaklaşıyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi daha önce bir şirket kurmuş olmamaları. Yani bir şirketin nasıl kurulduğunu bilmemeleri. Oysa şirket kurmanın ne demek olduğunu bilseler beni daha iyi anlarlardı. İkincisi ise bize şirket kurmanın çok zor olduğunun öğretilmesi. Hergün gazetelerde bloglarda şirket kuran gençlerin ne kadar büyük yatırımlar aldığını duyuyoruz. Oysa işin aslı pek de öyle değil.
Şirket kurmak bir formalite. Bir kağıt parçası, devlete olan sorumluluklarını yerine getirmene yarayan bir araç. Oysa asıl sorumluluk şirketin müşterilerine duyulan sorumluluktur. Müşteri olmazsa şirket var olamaz. O yüzden şirket kurmak kolaydır ama müşterilerin beğeneceği bir şirket kurmak emek ister.
2020’de 12 ay boyunca bir şirketi global pazarda var etmeye çalışacağım. Bunu en düşük maliyetlerle yapmaya çalışacağım. Devamını da video da izleyebilirsiniz.
Vidobu, Türkiye’nin önde gelen eLearning şirketlerinden birisi. Bu sene 10. yılını geirde bırakan Vidobu’da binlerce videodan oluşan eğitim setleri bulunuyor.
Mynet tarafından satın alınan Vidobu’nun kuruluş hikayesini Vidobu’nun kuruvusu Hakan Çamoğlu’ndan dinleyelim.
Aşağıdaki videoda bir şirketin nasıl kurulduğunu öğrenecek, girişimcilik dediğimiz serüvenin aslında iş hayatında farkına vardığımız açıkları değerlendirmek olduğunu anlayacaksınız.
Cevaplaması çok zor, kendisi kolay bir soruyla başlayalım.
Cevabını senden başka kimsenin bilmediği, ne internette, ne de bir kitapta cevabını bulamayacağın bir soru bu.
Bu öyle bir soru ki, etrafındaki en yakın kişilerin bile bilmesi mümkün değil. Ne annen, ne baban, ne kardeşin, ne de eşin. Cevabını sadece senin bulabileceğin bir soru.
Belki de cevabını bilmediğin bir sorudur.
Aslında bildiğine de emin değilim.
Çünkü cevabı bilsen eline alıp okuduğun her kitapta, acaba cevap bu mu demezdin.
Çünkü cevabı bilsen, izlediğin her dizide, seyrettin her sinema filminde sanırım cevap bu demezdin.
Demezdin işte…
Bilsen der misin acaba cevap bu mu diye?
Cevabı bilsen şöyle göğsünü gere gere işte cevap bu derdin…
Cevabı bilsen, 500 metre öteden seni görenler duruşundan sorunun cevabını bulduğunu anlardı.
Cevabı bilsen, geceleri başını yastığa ya da sevdiğinin omzuna koyduğunda artık o soruyu düşünmezdin.
Cevabı bilsen, ah o cevabı bilsen, öyle mühim bir cevaptır ki o…
Cevabı bilsen artık cevap aramazdın…
Belki de buldun cevabı… Ama sonra kaybettin…
Belki de buldun cevabı… Ama sana unutturdular…
Günlük işler, işe yetişme telaşı, iş teslimi, sınavlar derken unuttun işte. Olamaz mı?
Belki de vazgeçtin cevabı aramaktan.
Öyle çok aradın ki…
Bütün kanaat önderlerini takip ettin. İnstagram’da Youtube’da onları izledin bir cevap bulurum umuduyla…
Sonra vazgeçtin… Ya da vaz geçmeye çok yakınsın…
Bilmiyorum şu an neredesin… Şunu çok iyi biliyorum ki, şu an olduğundan yerden emin değilsin.
Çünkü cevabı arıyorsun…
Bulamadığın o cevabı arıyorsun…
Belki yanlış sorunun peşindesin…
Cevabı zor, kolay bir soruyla başlayalım.
Bu öyle bir soru ki, cevabın içinde bütün hayatın var.
Öyle bir soru ki, cevabı bütün arayışlarını bitirecek türden.
Öyle bir soru ki, vazgeçeMEdiklerinin önemsizleştiği, sahip olduklarının anlamını yitirdiği bir soru…
Öyle bir soru ki, oturup üstüne yıllarca düşünmen gereken…
Kültürü sağlam olan ülkeler, gruplar ve şirketler olmayanlara göre çok daha başarılı oluyor. Bu bir tesadüf değil. Özellikle ülkeler boyutunda baktığımızda tarih boyunca sahnede olan ülkelerin bugün de sahnede olduğunu, devam kültürleri ile küllerinden yeniden doğduğunu görüyoruz.
Şirketler de böyle. Kültür yaratmış şirketler bir kültürü olmayan şirketlere göre çok daha iyi durumda olabiliyor. Bu yüzden bu videoda işlediğim konular;
– Şirket kültürü nasıl yaratılır? – Ülkeler kültürlerini nasıl yaratır? – Kültürün oluşmasında önemli bileşenlerden birisi nedir? – Amerika Birleşik Devletleri’nin temel değerleri neler?
Amerika’da bu video özellikle bir ülke ve kültür inşa etmek isteyen Abraham Lincoln’un anıtında çekildi. Videoda görüşmek üzere.
Hepimiz tarafız. Tarafını tuttuğumuz takımlar, düşünceler, akımlar ve inançlar var. Peki bunların ne kadarı o konu hakkında üzerine düşünüp tarafını seçtiğimiz şeyler?
Doğduğumuz topraklardan konuştuğumuz dillere kadar üzerine karar veremediğimiz birçok şey bizim bir tarafı seçmemizde etkili oluyor. Gerçekten seçtiğimiz taraf aslında olmak istediğimiz taraf mı?
Tarafsızlık nedir peki? Hepsini bu videoda konuşuyoruz.
Üzerine hiç ama
hiç düşünmediğimiz fakat hayatta kalmak için hergün yaptığımız bir şey var.
Üstelik bunu yaparken nasıl yapılır diye de bir yere bakmıyoruz. Otomatik
olarak yapıyoruz. Nefes alıp vermekten bahsediyorum. Evet hergün milyarlarca
insan – bazı hastalık belirtileri gösterenler hariç – otomatik olarak nefes
alıp veriyoruz. Düşünmüyoruz.
Nefes alıp vermek
neden önemli? Çünkü yaşamsal organlarımızın görevini yerine getirmesi için
oksijene ihtiyaç var ve nefes alıp vermek bu oksijeni almamızı sağlıyor.
Girişimlerin yani şirketlerin de oksijen kadar hayati öneme sahip bir şeye ihtiyacı var. Paraya. Buna nakit akışı diyelim. Nakit akışını doğru yönetemeyen şirket ya belirli bir faiz oranı ile borç/kredi alır ya da şirket hisselerinin bir kısmını satması gerekebilir. Tabi nakit akışı kötü olan bir işletmenin hisselerini kim almak ister o da ayrı bir soru.
Şirket yönetme
işi finansal açıdan bir bütçe ile yapılır ve bu bütçenin belirli dönemlerde
kontrol edilerek güncellenmesi gerekir. Aslında sadece şirketlerin değil, hükümetlerin,
vakıf ve derneklerin şirket altında yer alan departmanların, onların
yürüttükleri projelerin de bütçeleri vardır. Yıl boyunca yapmak istediklerini
bu bütçeler dahilinde yapmaya çalışırlar. Mesela benim bu Youtube kanalım
belirli bir bütçe ayrılarak hayata geçmiş bir proje. Gelin isterseniz bu
Youtube kanalı bütçemi tekrar beraber hazırlayalım böylece bir bütçe temel
anlamda nasıl hazırlanır beraber görelim.
Bunun için bir Microsoft
Excel ya da Google Drive altında hizmet veren Google Sheet ürününü
kullanabilirsiniz. Ben şimdilik Microsoft Excel üzerinde çalışacağım. Bu
hazırladığım bütçe mutlak bir bütçe değil. İnternette çok farklı şablonlar da
mevcut. Dilerseniz bunları indirip üzerinde değişiklikler yaparak da
kullanabilirsiniz.
Önceden yaptığım
çalışmada Youtube kanalım için 200.000 TL kadar bir bütçe ayırmam gerektiği
ortaya çıktı. Bu tutara nasıl ulaştığımı gelin isterseniz beraber görelim.
Öncelikle 24
aylık bir hedef bütçe olduğunu hatırlatalım. Excel dosyası üzerinde 24 ayı
gösterelim.
Ocak, Şubat,
Mart…
Şimdide sol
tarafa, ilk sütuna bu harcamaların ne olduğunu yazalım.
Mesela İnternetle
başlayalım. Çektiğimiz videoları yüklemek için iyi bir internete ihtiyacımız
var değil mi? O zaman buraya aylık 150 TL internet giderlerimizi yazalım.
Öncelikle Youtube
kanalımda kullanacağım yazılımları yazalım. Ben yazılımların ücretlerinin
ödenerek alınması gerektiğine inanan biriyim. Özellikle Adobe’nin Türkiye
Distribütöründe çalıştığım dönemde işletme ve kişilerin lisanslı ürün
kullanması için BSA ile ortak çalışmalar yapardık. Bu çok önemli, binlerce
kişinin çalışarak çıkardığı bir üründen herkesin hakkını alması kadar doğru bir
şey olamaz.
Şuanda Adobe Creative
Cloud’un fiyatı aylık $53, Türk Lirası karşılığı 300 TL. Adobe Creative Cloud
altında Photoshop, Premiere Pro, Audition gibi yazılımları yoğun olarak kullanacağım.
Ayrıca diğer yazılımları da ihtiyaç duydukça kullanacağım.
O yüzden buraya
Adobe CC olarak aylık 300 TL yazıyor ve 24 ay boyunca bunu ödemeyi düşünüyorum.
Dolardan kaynaklı artışları bütçenizi dönem dönem güncellerken revize
edebilirsiniz.
Ayrıca bilgisayarımın
masaüstünü kayıt etmek için Techsmith’in Camtasia ürününü satın aldım. Bu
ütünün fiyatı iki yıllık güncelleme dahil $300. Türk lirası kaşılığı 1716 TL.
Buraya bunu bir kez yazıyorum. Her ay değil çünkü bir kez ödenen bir ücret. Belki
iki yıl sonra gelecek güncellemede çok işe yarar bir şey olursa o zaman tekrar
güncelleme satın alınabilir.
Ayrıca almayı
planladığım bazı kamera ve bu kameralar için gerekli aksesuarlara toplam 80.000
TL civarında. Bunu da bir seferde değil, belirli dönemlerde yapacağım için onu
da farklı aylara yazalım.
Bunun dışında
yaklaşık $4500 değerinde bir MacBook Pro alacağım. Bunun sebebi video editleme
işlerinde verimli bir çalışmayı tercih etmem. Bunu da excele ekleyelim.
Yaklaşık 26.000 TL.
Ayrıca Youtube
kanalı projem kapsamında bir web sitesi yaratacağım ki burada konusuna hakim,
bulunduğu alanı iyi bilen insanları biraraya getirip girişimci olmak isteyen
kişilere ve ayrıca işlerini büyütmek isteyen girişimcilere hepimiz yardımcı
olacak. İlerleyen zamanlarda bunu duyuracağım. Sanırım bunun aylık gideri bana
500 TL kadar olur. Farklı olursa daha sonra güncelleriz.
Bütçede önemli
bir yer tutan kısım ise özel programlar. Faruk Erdoğan Youtube Kanalı içinde
bazı programlar hazırlamak istiyorum. Bu programlar tematik olacağı için bazı
masrafları olacak. Bunların ne olduğunu şuan açıklayamıyorum ama zamanı gelince
yine buradan sizlerle paylaşacağım. Programlar için de aylık 1500 TL
yazabilirim.
Bütçeye eklemek
istediğim bir diğer gider de seyahatler. Geçen ay İstanbul’dan Antalya’ya
taşındım. Bu yüzden sık sık yine İstanbul ziyaretlerim olacak. Onun dışında
bazı video çekimleri için yurtdışı gezilerim var. Onlar için de bütçe de yer
ayırmam gerekiyor. Onlar için de genel olarak aylık 750 TL eklesem sanırım
uygun olur. Belki her ay seyahat etmem ama etmediğim ayları bir sonraki aya
aktarabilirim.
Bu yapılacak
harcamaların tamamı Youtube için harcanacak ama sadece Faruk Erdoğan kanalı
için değil. Planladığım bir de İngilizce kanal söz konusu. Bu harcamaları o
kanalı da göz önünde bulundurarak hazırlıyorum.
Aylık 700 TL gibi
İletişim giderlerimizi de buna eklersek, ortaya böyle bir bütçe çıkıyor. Bunların
ne olduğunu zamanla sizinle paylaşacağım.
Burada gördüğünüz
bütçede şuanda gelirler kalemi bulunmuyor. Zaten kanalların bir gelirleri de
yok. Youtube’un gelir ortaklığı modelinin de çok yüksek ücretler ödemediğini
biliyorum. İlerleyen zamanlarda gelirle ilgili bir gelişme olursa elbette sizi
bilgilendireceğim.
İşte en basit
şekli ile bir bütçe böyle hazırlanıyor. En azından size aylık ne kadar
gerekiyor, ya da yapmak istedikleriniz için ne kadar elinizde para var bunu
görmenizi sağlayan şey bu bütçe olacak.
Peki neden
Youtube’a 200.000 TL bütçe ayırıyorum? Aslında soru basit. Bu işi ciddiye
alıyorum ve yatırım yapılması gerekli diye düşünüyorum. Bir hobi ile bir iş
arasında ince bir çizgi olabilir ama benim en büyük şansım girişimciliği her
zaman hobim olarak görmemdir. Sohbetlerim, okuduğum makaleler her zaman
girişimcilik, iş dünyası üzerinedir.
Bu yüzden Youtube
üzerinde kayif alarak öğrendiğim konuları sizinle paylaşırken bir yandan da Youtube’a
bağlı iş modelleri geliştirmeye çalışıyorum.
Öncelikli
hedefim, benimle girişimcilik dünyası üzerine aynı zevkleri paylaşan 10.000
arkadaşıma ulaşabilmek. Onlarla etkileşimi yüksek, beraber paylaştığımız
keyifli bir kanal kurmak istiyorum.
Şuan anda, Datça’nın
Palamutbükü beldesindeyim. Ailemle beraber burada tatil yapıyorum, o yüzden bu
videoyu ekran kaydı olarak sizlerle paylaşıyorum.
Video hakkında
aklınıza takılan bir şey olursa yorumlarda görüşürüz. Lütfen videoyu beğenmeyi
ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Hoşçakalın.
Caner Türkmen çok cesur bir bilgisayar programcısı ve benim de yakın bir arkadaşım. Girişimci olarak kendi işlerimizi yaparken tanıştık. Çok çalışkan bir yazılımcı olmasının yanında harika sohbeti de olan bir arkadaş.
İstanbul’dan kalkıp San Francisco’ya, Silikon Vadisi’ne hiç İngilizce bilmeden gidiyor. Elbette İngilizce’yi orada öğreniyor ama bir düşünün; dilini bilmediğiniz bir ülkeye gidip orada iş bulabileceğinize ihtimal veriyor musunuz? Çok zor dediğinizi duyar gibiyim.
Caner Türkmen birçok bilgisayar yazılımcısının hayali olan San Francisco’da çalışma hayalini gerçeye dönüştüren cesur bie yazılımcı. Onunla yaptığımız röportajı izlemek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.
Videoyu izledikten sonra isterseniz beni sosyal medya kanallarından da takip edebilirsiniz. Genelde girişimcilik üzerine içerikler paylaşıyorum.
Para kazanmak uğruna akıp giden hayatlarımızın farkında mıyız? Tekrar soralım, yaşadığımız hayatın geçip gittiğinin farkında mıyız? Ya da şöyle soralım, yaklaşan ölümün farkında mıyız?
Bu yaşadığımız hayatlarımız birgün son bulacak. Geriye dönüp baktığımızda neleri yaşamış olmak isterdik? Güzel bir aile? Saygın bir iş? Gezip görmediğiniz yerleri görmek? Tatmadığımız yemeklerin tadına bakmak? Nedir yapmak istedikleriniz hiç bunları düşündünüz mü?
Şu sınavı kazanıp istediğim bölüme gideyim o zaman düşünürüz mü diyorsunuz? Ya da şu işimi bir halledeyim, şuradan güzel bir ev alayım, bir arabam, bir yazlığım olsun sonra mı hayatı yaşarız diyenlerdensiniz?
Bugün sahip olduğunuz hayatı yaşamamak için hiçbir sebebiniz yok. Şimdi şuan ne yapmak isterdiniz? Sevdiğiniz birinin sesini duymayı mı? O zaman hemen ona bir telefon açın ve onunla sohbet edin. Gidip görmek istediğiniz bir yerde uyanmayı mı? O zaman hemen bilgisayarı açıp gitmek istediğiniz o yer için uçak bileti bakmaya başlayın.
Hayata geçirmek istediğiniz bir iş fikriniz mi var? Bu işi başlatmak için ne eksik? Neden bekliyorsun? O eksik dediğin şeyleri gidermek için ne yapıyorsun? Muhasebe mi bilmiyorsun? Yazılım mı yapamıyorsun. Nedir seni o işi yapmaktan alıkoyan? Korkuların mı? Hayat nefes aldığın sürece devam etmiyor mu? O zaman nefes aldığın sürece galipsin.
Hep hatırla. Bir hayatın var. Bu hayat da bitecek. Yapmak istediklerini bugün yapmaya başla. Hemen şimdi.
Bu yazıda taraf olmanın akademik boyutunu inceleyecek değilim. Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıydı ve ilk fırsatta düşüncelerimi yazıya döküyorum. Hep söylediğim bir şey var. Aile eğitimini okul, okul eğitimini de sokak yıkar diye. Hayatla, siyasetle, olaylar karşısında takındığımız bütün tutum ve davranışların altında geçmişte yaşayıp gördüklerimizin etkisi var. 2007’de Yeditepe Üniversitesi Öğrenci Birliği başkanı olarak yaptığım konuşmada taraf olmaya atıfta bulunmuştum. Videodaki o kısmı buradan izleyebilirsiniz. Taraf olmanın, kendimizi bir tarafta hissetmenin tamamen insanın görüp geçirdikleri ile alakalı olduğunu unutmamaız lazım.
Taraf olmak sorun mu?
Elbette değil. Radikal bir görüşe taraf olmadığınız sürece insanların sizin görüşlerinize saygı duyması pekmuhtemel. Lise ve üniversite yıllarımda münazara yapardım, bir konu belirlenir o konuyu destekleyen düşüncelerle karşı tarafı daha da önemlisi dinleyicileri/jüriyi desteklediğiniz tarafa çekmeye çalışırdınız. Taraf olanın, insanların düşüncelerinin değiştirelebildiğini orada anladım. Anlık durumlarda, kişileri kendi tarafına çekmek kolayken, hayatla ilgili, siyasi görüşleri ile ilgili onların görüşlerini, taraf oldukları konuyu değiştirmek daha zor oluyordu. Yani taraf olmanın sorunu, futbol takımı tutar gibi, tuttuğunuz tarafı hiç değiştirmemekti. Tutulan tarafın günümüz şartlarına uygunluğuna bakılmadan, tutulan tarafta ısrar ediliyor. Hala belirli bir tarafı tutabilirsiniz ama tarafınızla ilgili destekleyici argümanları geliştirmeye devam etmelisiniz.
Taraf olurken referans noktası önemli.
Bir tarafı desteklerken, bunu yapmanız için nedenlerinizin neye dayandığını belirlemek size doğru tarafta olup olmadığınızı anlamanız için yardımcı olabilir. Tuttuğunuz tarafı bilimsel gerçeklere göre mi, dini referanslara göre mi, yoksa rol model aldığınız bir büyüğünüzün görüşlerine göre mi tutuyorsunuz bunu sorgulamak lazım.
Türkiye gibi duygusal toplumlarda genelde kaybedenin tarafında olmak gibi bir eğilimimiz var. Mazlumun, ezilenin tarafında olmak. Kavgada kim güçsüzse o tarafta olmak gibi bir eğilimimiz var. Her toplumunda bu olaylarda taraf olma yaklaşımı farklı. Merak edenlere daha geniş kaynak sunabilirim.
Peki çocuk yetiştirirken onu nasıl yetiştirmeliyiz? (Taraf olup olmama açısından)
Baba olduğumdan beri kızımı nasıl hayata karşı donanımlı bir birey olarak yetiştirebilirim diye düşünüyorum. Elbette sadece donanımlı olması yeterli değil. Hayatla ilgili, doğru ve yanlışın neler olduğunu bilip, kararlarını buna göre alması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de taraf olmadan önce değerleri öğretmeye çalışıyorum.
Üniversite hocalarımdan birisi ilk dersine şöyle bir soruyla başlamıştı. “Aranızda kimler hergün düzenli gazete okuyor?” Cevabı aldıktan sonra “Peki bu düzenli gazete okuyanların kaçı karşıt görüşlü yazıları da okuyor” diye sormuştu. Tabi sınıfta bu soruya el kaldıran olmadı. Yani kişiler görüşlerine yakın gazeteleri okurken, karşıt görüşlü yazıları okumuyordu. Anladınız umuyorum. Bu “an” bile başlı başına bir öğrenme deneyimiydi.
Lara’yı yetiştirirken buna dikkat etmeye çalışıyorum. Biri görüşü körü körüne destekleyip sabit taraf olmak yerine, her görüşü okuyup, anlayıp, kendi yaşanmışlıklarının süzgecinden geçirdikten sonra olmak istediği tarafta olsun istiyorum.
İşte farklı görüşleri almak, her kesimin, her düşüncenin görüşleri ile bir tarafta olmak en değerlisidir. Siz de bir dahaki sefere bir taraf olmadan önce değerlerinizle, karşı tarafın neden o tarafta olduğunu değerlendirerek yerinizi belirleyin. İşte o zaman her zaman kazanan tarafta olacağınıza emin olabilirsiniz.
Yazının altına yorumlarınızı bırakırsanız konuyu beraber değerlendirme fırsatı bulabiliriz.
Başlığı okur okumaz önyargı ile eliştirmeye, bu da onlardan, şunalardan diyen arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Ancak bu yazı yıllar içinde edindiğim tecrübelerden yazmak istediğim bir yazı. Bir vatandaş olarak devlet, yönetim şekli ve demokrasi gibi kavramları daha iyiye taşımak için sorgulamayı kendimde bir hak olarak görüyorum. Hepimizde olan bu hakkı savunmak bile sanırım en temel sorun. Onu da başka bir yazıda ele alırız. Diğer söylemek istediğim de bu yazıyı Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi için yapılacak referandum sırasında yayınlayacaktım ancak yine girişte belirttiğim kaygılardan biraz erteledim.
Devlet kavramı kimileri için kutsal bir kavram. Ancak bu devleti nasıl yöneteceğimizi, yönetim şeklimizi kutsallaştırmaya gerek yok. Tamam devlet kutsal bir kavram olabilir ama onu nasıl yöneteceğimizi, bu yönetim şeklimizi sürekli gözlemleyerek, geliştirerek daha iyi bir yönetim şekline geçebiliriz. Kısacası devlet kutsal ancak onun yönetim şekli sürekli değişebilir, gelişebilir. Aynı bir şirketin organizasyon şemasını değiştirdiği gibi.
Üniversite yıllarımda 3 yıla yakın bir süre Öğrenci Birliği Başkanlığı yaptım. Öğrenci birliği başkanı olmak için YÖK’ün tanımladığı bir yönetmeliğe göre hareket etmemiz gerekiyordu. Önce okuduğun bölümde bölüm başkanı seçilmen gerekiyor, sonra fakülte altında yer alan ve her bölümün seçilmiş başkanları kendi aralarında bir fakülte başkanı seçiyor – öğrenciler değil, seçilmiş bölüm başkanları fakülte başkanını seçiyor – daha sonra fakülte başkanı seçilen kişi, okul başkanını seçmek için diğer fakülte başkanları ile biraraya geliyor ve her fakülte başkanı üniversiteyi temsil edecek tek bir başkanı seçiyor, sonrasında da yönetim kurul belirleniyordu.
Buraya kadar bir sorun olmayabilir. Ancak sene boyunca beraber çalışması gereken bu bölüm ve fakülte başkanları birbirlerini hiç tanımıyor, kimisi toplantılara gelmiyor, kimisi başkan seçilmediği için küsüyor ve çalışmamayı tercih ediyordu. Diğer yandan beraber seçimlere girdiğim ve beraber çalışmaktan iyi verim alacağım arkadaşlarım bölüm ya da fakültelerinde seçilemiyor ve yerlerine başkaları geliyordu. Evet, belki birlikte çalışmak sizin göreviniz diyebilirsiniz ama bir düşünün. Daha önce hiç tanımadığınız biriyle bir sene için bir işi başarabilmek mi kolay olur yoksa daha öceden tanıdığınız biriyle bir işi başarmak mı? Sanırım herkes önceden tanıştığı kişiyle iş yapabilmeyi tercih eder çünkü zaman çok dar ve bu zaman darlığı içinde önümüzde yapmamız, tamamlamımız gereken çok iş vardı.
İşte YÖK’ün öğrencilere Öğrenci Birliği seçimleri için sunmuş oldukları sistem buydu. Demokrasiye inancın tam olması gereken en temel yerler üniversiteler. Biz de buna inanarak arkadaşlarımla beraber bulunduğumuz üniversite içinde uygulanmak üzere bir Öğrenci Birliği seçim yönetmeliği hazırladık. YÖK’de buna izin veriyordu. Seçime listeler giriyordu. Yani birlikte çalışacak ekipler biraraya geliyor, bölüm, fakülte listeleri oluşuyor ve demokratik bir şekilde seçimlere gidiliyordu. Hangi liste kazanırsa o listenin bölüm başkanları ve fakülte başkanları belirli oluyordu. Yani bir nevi bölüm ve fakülte başkanları seçimlerden önce beraber gönüllü, iyi çalışacak arkadaşlardan seçilmiş oluyordu.
Bu yeni seçim yönetmeliği teklifimizi üniversite senatosuna sunduk. Kabul görmedi ama en azından bu sistemi değiştirme cesaretini kendi içimizde bulduk ve tüm paydaşlar – bölüm başkanları, bazı hocalar, külüplerle beraber – bir yönetmelik hazırladık ve uygulanması için talepte bulunduk. Yeditepe Üniversitesi Senatosu’nda bu yönetmeliğin kabulü için yaptığım sunum sırasında dekanlardan birinin – adı bende saklı – okul karışır, birbirine girer, istenmeyen gruplar seçim kazanır demesi ile diğer dekanlarda seçim sistemine sıcak bakmadı ve oylama sonucu yönetmelik kabul görmedi. Oysa 2 yıla yakın bir süredir bu yönetmelik üstüne çalışıyor, üniversite için de başkanlık sistemini yer ettirmeye çalışıyorduk. Biliyorduk ki bu şekilde öğrencilerin temsil gücü çok daha iyi olacaktı. Yoksa üniversite öğrencilerin temsil yetkisinin güçlenmesini istemiyor muydu? Kim bilir? Önemli olan bizim bu işe niyetlenip yola çıkmamızdı.
Aslına bakarsanız başkanlık sistemi bence mevcut yönetim sistemlerinden çok daha verimli olabilecek bir sistem. Elbette güven içinde, doğru bir şekilde uygulanması gerekir. Korkulardan ötürü yapılmayan her doğru bize zaman kaybettirir.